Bu konu, 1986’da ilk baskısı yapılan “Gıda Raporu” kitabımla kamuoyunda gündeme getirilmiştir. Beşinci baskının yapıldığı 1995 yılında ise irili ufaklı margarinciler, sakızcılar, dondurmacılar, pastacılar, çikolata ve bisküviciler karşı atağa geçmişler, yanlarına bazı gazete ve TV kanallarını alarak şahsımıza, kitabımıza ve bazı yayın organlarında yayınlanan röportajlarımıza veryansın iftira, hakaret ve aşağılayıcı ifadelerle hücuma geçmişlerdi. Hatta Sn.Bülent Ecevit 1995 seçim meydanlarında “Türkiye’de üretilen gıda maddelerinde domuz yağı kullanıldığını söyleyenler, kendileri, domuzdur” diyecek kadar kendini kaybedebilmişti. Bir margarin firması ise kitapları piyasadan toplatmaya kalkmış. Hızını alamamış bizi, yayın evini ve bir mecmuayı mahkemeye vermiş, senelerce süren mahkeme sonucunda, mahkeme lehimize sonuçlanmıştır. Sabah gazetesi de sür manşetten haber yapmış. Ülke sanayini engellemeye çalışan militan, yobaz, fanatik mühendis olarak bizi teşhir etmeye çalışmıştı.
Seneler geçti. İşte gazetelere konu olan haber yine aynı. 1998 yılında 3 bin ton domuz yağı ithal edilmiş ve çeşitli gıda maddelerinde kullanılmış. Duyarlı gazeteci kardeşlerimiz araştırıyorlar, soruyorlar "bu yağı kimler kullandı?" diye. Hiçbir yerden ses yok. Devlet, cevap vermez. Çünkü devletin hassasiyetleri arasında böyle birşey yok. Müslümanın derdi onu hiç ilgilendirmiyor. Diyanet İşlerine gelince hem bilgisiz, hem yetkisiz. Müslüman sorunca jelatin’e “o bir ambalaj malzemesidir” diye cevap verir. Patrona gelince ürünlerinde domuzdan yapılmış katkı maddesi yoktur diye uzun uzun belgeler verir. Gıda sanayicileri ve ithalatçıları ise bir kısmı hariç,çoğunluk ya bilgisizdir, ya da haram, helal demeden çok daha fazla kazanmanın hırsı içersinde gözü görmez, kulağı duymaz, vicdanı suzlamaz durumdadır.
Kitabımda yine bu işin gariban müslüman tüketicilerin omuzlarına düşen bir görev olduğunu belirtmiştim. Avrupa ülkelerinde olduğu gibi, ülkemizde de müslüman tüketicilerin örgütlenmesinin gereği üzerinde durmuştum. Heyhat! Gel gör ki o tarihtan sonra pek çok “Tüketici dernekleri” kurulduğu halde; devlet göstermelik “Tüketicileri Koruma” yasası çıkardığı halde; bu yasaya göre, “Tüketici kurulları” “Tüketici Mahkemeleri” kurulduğu halde; hiçbir zaman müslümanların hassas olmak zorunda bulundukları gıda maddeleri ve ilaçların muhtevalarındaki haram helal unsurları ile ilgili bir araştırma ve dava konusu gündeme gelmedi.
Konu sadece “Domuz yağı konusu değildir.Konu tüm domuzdan üretilen katkı maddelerin konusudur. Hatta daha ileri insan sağlığı konusudur. Katkı maddeleri satan bir mağazaya gidiniz ithal edilen hayvan menşeli katkı maddelerinin pek çoğunun ambalajı üzerinde sonradan yapıştırılmış küçük etiketler görürsünüz. Ürün, mesela jelatin ise bu etikette “sığır jelatinidir”yazılmıştır. Diğer ürünlerde de benzer ifadeler bulunur. Halbuki, mesela Almanya’da üretildiği ambalajında belirtilen jelatin hakkında, Almanya jelatin üreten firmaların derneği, bize resmi yazı yazmış ki, ”Üretimimizde kullandığımız ham maddeler içinde domuzdan da olan kemik ve deri artıkları mezbahanelerden karışık olarak gelir. Gıda tüzüğümüze uygun olarak işlemlere tabi tutulduktan sonra jelatin elde edilir” diyor. Jelatin pek çok gıda maddelerinde ve ilaç kapsüllerinin imalatında kullanılan çok yaygın bir katkı maddesidir. Buna benzer misalleri çoğaltabiliriz.
Ülkemizdeki gıda ve ilaç sektöründe büyük bir kaos vardır. Bu kaos iki yönlüdür. Bir yönü Müslümanın yerine getirmekle yükümlü olduğu vecibelerle ilgili. Diğer yönü ise bütün insanlığı alakadar eden insan sağlığı ile ilgilidir.
Mesele sadece “Domuz yağı” ithalatı meselesi değildir.Mesele çok daha karmaşık boyutludur. Bu konunun içersinde, jelatinden, monogliserid, digliserid’e, gulütomat’tan tarzagin’e, lesitin’den ve daha pek çok katkı maddelerine, ilaç sanayiinde kullanılan hayvani menşeli ekstratlara (mesela kurutulmuş pankreas ve karaciğer ekstratları) ve bu maddelerin kullanıldığı hazır gıda ve ilaçlara kadar ithal edilen ve üretilen maddeler bulunmaktadır.
Gerek üreticilerin ve gerekse ithalatçıların pek çoğunun İslami hassasiyet içerisinde olmadan bu işi yapmaları,devletin çarpık bir laik anlayışla meselelere bakması, müslüman tüketicilerin örgütlü olmamasının getirdiği çaresizlik maalesef bu kaosu çok büyük boyutlara taşımaktadır.
Bu olay sadece geçtiğimiz yıl ortaya çıkmış değildir. Yıllık ithal listeleri incelenirse, görülür ki her yıl tonlarca domuz yağı; tonlarca jelatin, tonlarca mono ve di gliserit, tonlarca pankreas ve karaciğer ekstratları, tonlarca hazır gıda,tonlarca katkı maddeleri ülkemize çeşitli firmalarca ithal edilmektedir.
Meselenin diğer önemli bir boyutu ise bazı katkı maddelerinin kullanılarak, ülkemizde üretilen gıda maddelerinin sağlığa zararlı olabilmesidir. Glotamat,tatragin, benzoikasit, sodyum benzoat, potasyum benzoat, parafin, gliserin ve daha pek çok katkı maddelerinin izin verilen üst limitlerinin altında bile ana karnındaki cenine, bebeklere, çocuklara ve bazıları yetişkin insanlara dahi beyin tahribatı, kanser, sindirim yolları rahatsızlıkları ve alerji gibi hastalıkların oluşmasına sebebiyet vermelerinden dolayı çok sıkı kontrol altında tutulmaları gerekmektedir.
Ayrıca sebze, meyve ve hayvan üretiminde gelişigüzel kullanılan hormonların insan bağışıklık sistemini zayıflattığı, tıp otoriteleri tarafından iddia edildiğine göre, bu konuya da dikkat edilmesi gerekmektedir.
Neticede, gıda ve ilaç sektörünün İslami ve insani hassasiyet içerisinde üreticisinden, ithalatcı- sına kadar sıkı kontrol altında tutulması şarttır. Bu görev hiç şüphesiz öncelikli, olarak müslümanların vergileri ile ayakta duran devlete aittir. Ancak, kendisine musallat olan çarpık laiklik anlayışı sebebi ile devlet islami açıdan kontrol hizmetini bugüne kadar yerine getirmemiştir. Üretici ve ithalatçı firmalar da, ya yöneticilerinin bilgisizliği, ya da islami hassasiyetlerinin dumura uğramasından kaynaklanan bir umursamazlık içersinde bulunmaları sebebi ile bu problemi tek başlarına çözememişlerdir
Yine yük tüketicilerin omuzlarına gelmektedir. Tüketicilerin bilinçlenmesi örgütlenmesi sonucunda önemli bir adım atılacağı kanaatindeyim. Bunun için, mevcut “Tüketici Dernekleri” bu işler için yeniden örgütlenebilir.
“Tüketicileri ve Halk sağlığını koruma” ismi altında yeni dernekler kurulabilir. Bu dernekler federasyon, konfederasyon veya ana derneğin şubeleri halinde, daha güzeli vakıflar teşkil edilebilir. Böyle bir örgütlenme, Türkiye çapında para yardımlarını da teşvik eder. Merkezi Laboratuar ve araştırma üniteleri kurulur. Aylık bir yayın organı faaliyete sokulabilir.
Böyle bir yapılanma,şüphesiz yanlış yapan üreticiyi, ithalatçıyı, satıcıyı en kısa zamanda dize getirir.
Böylece müslümanlar’ın kursağı büyük ölçüde haram lokmadan kurtulmuş olur.
Allah yar ve yardımcı olsun.
Yard. Doç. Dr. Hüseyin Kâmi BÜYÜKÖZER